Meltem Buzkıran
Annelikle yitirdiğimiz o eski kimliğimizin yasını tutmak üzerine bir deneme.
Yas, kelime itibariyle “ölüm veya bir felaketten doğan acı, matem” olarak tanımlanır. Yasın sözlük anlamı bir kaybın ardından gelen derin keder olsa da nelerin yasını tutacağımızı kim ya da ne belirler? Belki yaşadığımız coğrafya, belki içimizde kök salmış değer yargıları, belki de buna ek olarak, bir tutam sosyokültürel çevremiz. Ancak yas, sadece ölüm veya ayrılık gibi büyük ve belirgin kayıplarla sınırlı değildir. Hayal kırıklığına uğradığımızda, kimliğimizin sarsıldığı anlarda da yas ortaya çıkar. Bir işin kaybı, bir dönemin bitişi, eski bir benliğin geride kalışı, çocukluk anılarının buğulanışı... Derin bir yasın nedenleri bunlar da olabilir.
Bizimle Yürüyen Yol Arkadaşımız
Yas, her kaybın ardından, her dönüm noktasında, her dönüşümde bizimle birlikte yürür aslında. Bazen bir mevsimin sonu, bazen bir kitabın bitişi, bazen de bir dostluğun sona ermesi... Her biri küçük ama derin yaralar açar ruhumuzda. Ve biz, bu yaraların izini sürerek, kendi içsel yolculuğumuzda ilerleriz. Yas bizi olgunlaştırır, büyütür, şekillendirir. Bu yüzden yas sadece bir kaybın ardından gelen keder değil, yaşamın her anında, her değişiminde bizimle olan bir yol arkadaşıdır.
Annelikle Gelen Yas
Anne olmak, kadınlar için büyük bir dönüşümün başlangıcıdır. Bu süreç aynı zamanda eski hayatın geride bırakılması, kimliğin yeniden şekillenmesi ve beklenmedik değişimlerin kabul edilmesi anlamına gelir. Eski alışkanlıklar, özgürlükler ve kendine ait zamanlar yerini, yoğun sorumluluklar ve yeni bir kimliğin getirdiği belirsizliklere bırakır. Bu değişim, her kadın için farklı bir şekilde yaşanır ve derin bir içsel süreç olarak ortaya çıkar. Annelik, bu nedenle sadece bir mutluluk kaynağı değil, aynı zamanda bir dönüşüm ve yas süreci olarak da kabul edilmelidir. Kimisi için ise türlü sebeplerle anneliği yaşayamamak da başlı başına bir yas olabilir. Bu nedenle, annelikle ilgili tüm duyguların, sevinç kadar kederin de doğal olduğunu kabul etmek önemlidir.
Benim anne olunca tuttuğum en büyük yaslardan biri hayatımın artık eskisinden çok farklı olacağı gerçeğiydi. Hamilelikte bu fikre ne kadar hazırlandığımı ya da hazır olduğumu düşünsem de bu gerçeği anlamam o meşhur kırkı uçurduktan sonra oldu. Neden kimse bana gerçeği söylememişti? Neden herkes anne olmanın ya da bir bebeğe sahip olmanın yalnızca inanılmaz bir mutluluk kaynağı olduğuna dair eksik bir imaj çiziyordu? Tabii ki bundan çokça mutluluk duyulabilir, ama aslında hüzün ve yas da bu mutluluğun hemen yanı başındadır. Neden hiç kimse bana çocuğun yatağı, kıyafeti, kakası, gümüş meme koruyucularıyla çatlak kremleri kadar yaşayabileceğim içsel süreçler hakkında aklı selim bir şeyler söylememişti?
Mutluluk Verici ve Zorlu Bir Deneyim
Derin bir kuyuydu fark ettiğim gerçeklik. Bu tabii ki benim gerçekliğimdi. Ve orada yastan, kesif bir yalnızlık hissinden başka hiçbir şey yoktu sanki. Peki ya hikâye böyle mi sonlanacaktı? Elbette ki hayır. Her insanın, bilhassa kadınların, daima bir yolunu bulup yaptığı gibi o büyüleyici kaynaklarıma ulaşacak, gerçekliklerimi bir daha tanımlayacak, çevremdeki insanlara dair yeni bir ayıklama yapacak, hayatı ve kendimi yeniden keşfedecek ve o kuyudan –başka bir zaman tekrar düşebileceğimi bilerek– yeniden dimdik çıkacaktım.
Kadınlar güçlüdür gibi klişeler duymaya ihtiyacımız yok. Kadınlar hassas karakterli olup zayıf da düşebilir. Bazen uzun, bazen kısa süren yaslar tutabilir. Aslolan belki de en mühim buluşları gerçekleştirdiğimiz laboratuvarımıza giderken yol üstünde kavşaktaki kavgaya takılmamaktır. Yas bittiğinde, komadan tazelenmiş olarak kalkmaktır. Tünel çok uzun görünse de ışığın hemen ötede olduğuna inanmaktır. Zira bilinmeyen bizi korkutsa da ona kucak açıp teslim olabildiğimiz sürece asla hayal kırıklığına uğratmaz. Tıpkı Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında Clarissa'nın kulağımıza fısıldadığı gibi: "Ve her şeyde bir yas havası vardır. Yoğun kaygı vardır. Matem vardır. Özlem vardır. Arzu vardır. Eteğindeki ipleri çekerek koparır ve pencerelerden uzun uzun bakar..."
Yeniden Ayağa Kalkmak
Yas sürecinin sonlarına doğru yapabileceğimiz en muazzam şey şüphesiz içsel gücümüzü toparlayıp iyileşme araçlarımızı tasarlayabileceğimiz, dilediğimizde sığınabileceğimiz bir liman inşa etmektir. İnşa etmek diyorum, çünkü böyle bir liman onu biz inşa etmedikçe, kendiliğinden ortaya çıkmayacak. Böyle bir limanı kurmak, hayat amacımızla örtüşen işler yaptığımız, özümüzle ışıldadığımız, kendi yolumuzdan gidebildiğimiz ve kendimiz olabildiğimiz, nefes alabildiğimiz alanlar açmak anlamına gelir. Diğer bir ifadeyle, "kendine ait bir oda" oluşturmak.
Meltem Buzkıran
Ankara bozkırında doğup büyüdü. Ege Üniversitesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Üniversitenin son yıllarında cinsiyet çalışmalarına merak sardı ve bu yönde ilerlemeye karar vererek Kadın Çalışmaları yüksek lisansı yaptı. Ancak sonunda destanların büyülü dünyasına kendini bıraktı. Şu sıralar Türk destanları ve halk hikayeleri üzerine çalışıyor. Cinsiyet rolleri, kadın, yaşam ve edebiyat üzerine yazılarıyla burada yer alacak.