Yazar: Büşra Nur Bilir

Varoluşçu bakış açısına göre beden, yalnızca nesnel bir gerçeklik olmanın ötesindedir. Bilinçdışında saklanan deneyimler ve duygular çoğunlukla bedende bir yansıma bulur. Yaşadığımız travmaların etkisi, çoğu zaman psikosomatik ağrılar ve bedensel rahatsızlıklar olarak kendini gösterir. Beden ve ruh bir bütündür, birbirinden ayrı düşünülemez. Bu nedenle bedenimizin verdiği sinyalleri dinlemek ve onun ihtiyaçlarını anlamak, varoluşumuzun önemli bir parçasını teşkil eder.

Bu noktada karşımıza kritik bir soru çıkar: Travmanın ve duyguların bedendeki tezahürlerini fark ederek kendimizi regüle etmek mi daha işlevseldir, yoksa gerçekçi olmayan olumlamalarla bu acıyı görmezden gelmek mi? Kendimize şefkatle yaklaşarak, bedenimizle dost olmak ve onun ihtiyaçlarını dinlemek, belki de iyileşme yolculuğunun başlangıcıdır.

Simone de Beauvoir’ın da ifade ettiği gibi, kadın, yalnızca bir bedenden ibaret değildir; o, bedeni ve bilinci arasında sürekli bir ilişkidir. Bu ilişkiyi anlamak, bedenimize yönelik tutumumuzu ve ona nasıl yaklaştığımızı belirler. Yine Fransız bir düşünür olan Maurice Merleau-Ponty’nin, “Beden, dünyayla ilişkimizde hem özne hem de nesnedir,” ifadesi, bedenimizin salt fiziksel bir varlık olmadığını ve dünyayı anlamlandırmamızda merkezi bir rol oynadığına işaret eder. Bu noktada belki de sorulması gereken asıl soru şudur: Bizler, bedenimizi ve onunla taşıdığımız duyguları nasıl daha derin bir şefkat ve bilinçle karşılayabiliriz?

Eril Düzende Uykudaki Kadınlar

Kadınların varoluşları ve doğurganlıkları üzerindeki denetim, yüzyıllardır eril düzenin dayattığı kalıplarla sürdürüldü. Kadınlar, sadece fiziksel görünümleri ve işlevsellikleriyle tanımlandı; bu dayatmalar, onların içsel güçlerini ya görmezden geldi ya da bilinçli bir şekilde bastırmayı hedefledi. En karanlık biçimini Orta Çağ’da gördüğümüz bu baskı sistemi, kadınların dişil yanlarından –ve belki erkeklerin kendi dişil yanlarından da– duyulan korkunun büyüklüğünü gözler önüne serer. Bu dişilliğin, eril güç odaklı sistemin sürekliliği için bir tehdit olarak algılandığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Ancak kadınlara yönelik bu baskı yalnızca dışsal değildi; zamanla kadınlar, kendi içlerinde de örseleyici bir ses geliştirdi. Bu ses, derinliklerinden gelen bilgelik ve yaratıcığı bastırmalarına, hatta içsel güçlerini bir tehdit olarak algılamalarına neden oldu. Toplumun onlara dayattığı normlara uyum sağlama çabasıyla kadınlar, hayallerini ve arzularını geri plana attı, kimliğini dışsal onaylara göre şekillendirirken de doğasının derinliklerinden gitgide uzaklaştı.

Fakat bir kadın, kısa bir anlığına bile olsa kendi otantik doğasıyla, korkularıyla ve vahşi benliğiyle yüzleşme cesaretini gösterdiğinde, zihninde ışıklar yanar. İşte bu yüzleşme, gerçek bir dönüşüm sürecinin başlangıcıdır. Kendi yaratıcılığını ve içsel gücünü kucaklayan kadın, toplumun ona dayattığı sınırları aşabilecek duruma gelir. Bu uyanış, ona sadece bir özgürlük hissi vermekle kalmaz; aynı zamanda kendi kimliğini ve gerçek gücünü keşfetme yolunu açar.

Kendi içindeki yaratıcı gücü ve özgürlüğü kucaklayan kadın, yalnızca kendini değil, toplumu da dönüştürme kapasitesine sahiptir. Böyle bir uyanış, sadece bireysel değil, kolektif bir dönüşümün de başlangıcıdır.

Medyada Çarpık Beden Algısı

Beden, insanın varoluşunun temel taşıdır ve onunla barış içinde yaşamak, ihtiyaçlarını anlamak ve özen göstermek, gerçek bir bütünlük hissi için gereklidir. Ancak günümüz medyasının yarattığı ideal beden algısı, çoğu zaman gerçeklikten uzak olup insanı kendisine yabancılaştırır. Kadın bedeninin, medyada sürekli mükemmelleştirme çabalarının hedefi haline getirildiği günümüzde, medyanın sunduğu beden olumlamaları da genellikle yüzeysel ve tekdüze ifadeler olmaktan öteye geçmez. Örneğin, “Her halinizle mükemmelsiniz!” gibi ifadeler kulağa doğru gelse de, bu tür ifadeler temelini gerçek bir kabul ve sevgiden almadığında kadınların kendilerini kabullenmesini kolaylaştırmaz. Gerçek beden olumlaması, yalnızca bir dış görünüşe odaklanmak yerine kişinin bedeniyle anlamlı bir bağ kurmasını ve kendini olduğu gibi kabul etmesini gerektirir. Bunun yerine kadınlar, sürekli bir değişim ve mükemmellik arayışına itilir. Oysa gerçek güzellik ve güç, bedenle derin bir uyum kurmaktan ve kendini olduğu gibi kabul etmekten doğar. Medyanın dayattığı ‘mükemmel beden’ anlayışı, kadınları bir meta haline getirerek içsel gücünü bastırmayı amaçlasa da, benzersizliğini kabul eden her kadın bu anlayışa karşı bir duruş sergileyebilir. Beden bir obje değil, bir yaşam kaynağıdır; onunla barış içinde olmak, gerçek özgürlüğün ve kabulün temelidir.

Mükemmellik Beklentisi Yanılgıdır

Bedenle kurulan bağ, insanın kendisiyle ilişkisini doğrudan etkiler. Wilhelm Schmid, Kendiyle Dost Olmak adlı kitabında bu ilişkinin derinliğine şöyle vurgu yapar: "Beden bize bir armağandır. Ona iyi bakmanın tek yolu, onu dinlemek, hissetmek ve onunla iş birliği yapmaktır. Onu baskı altına alarak ya da mükemmelleştirmeye çalışarak bedenle bağımızı değil, yalnızlığımızı artırırız."

Antik Çağ'ın Delfi Tapınağı'ndaki o meşhur yazıt ise, yine bu doğrultuda bir ikazda bulunur: “Kendini tanı (Gnothi seauton).” Schmid’e göre bu, insanın mükemmel olmadığını, yani bir tanrı değil, sadece bir insan olduğunu idrak etmesi gerektiğini hatırlatır: "Kendini abartma, bu sana acı verebilir."

Varoluşumuz gereği mükemmellikten uzağız, asla tamamlanmadık ve tamamlanmayacağız. Çünkü hayat, sürekli bir yolculuktur. Ancak bedenimizi bir yuva olarak görmek yerine onu mükemmelleştirmeye çalıştığımızda, aslında kendimizden kopmaya başlıyoruz. Özümüzle bağımızın zayıflamasına ve bir kimlik karmaşasına sebep olan bu yorucu çabanın hem fizyolojik hem de psikolojik olumsuz etkileri bulunuyor: Örneğin estetik müdahalelere ve sosyal medya kullanımına bağlı olarak vücut algısının bozulduğunu, bu durumun depresyon, anksiyete ve düşük özsaygı gibi psikolojik sorunlara yol açabileceğini yapılan araştırmalar sayesinde bugün daha iyi anlıyoruz. Kısacası daha “güzel” görünmek için attığımız her adım, bizi kendi gerçeğimizden biraz daha uzaklaştırıyor.

Ancak bedenimizi dinlemek, onun ihtiyaçlarını anlamak ve ona iyi bakmak, bu kopuşu onarmanın bir yolu olabilir. Wilhelm Schmid’in de dediği gibi, "Bedenimizle iş birliği yaptığımızda, onun sadece bir yük değil, bir yaşam arkadaşı olduğunu fark ederiz."

Toplumsal normlar, kültürel kalıplar ve sosyal medyanın yargılayıcı sesi, çoğu zaman bizi kendi gerçekliğimizden uzaklaştıran birer engel haline geliyor. Bu sesleri farkında olmadan içselleştiriyor ve bize dayatılanı “normal” kabul ediyoruz. Peki ya "normal"in sınırlarını kim belirliyor? Eğer bir gün yargılanma korkusu olmadan özgür hissedeceğimiz bir dünya yaratmayı hayal edecek olsak, bu sorgulamaya nereden başlamalıyız? Zihnimizde yankılanan her bir soru, bizi kendi gerçeğimize daha da yaklaştırabilir. Belki de ilk adım, bedenimizi bir mükemmellik aracı olarak değil, yaşam yolculuğunda bize eşlik eden bir yoldaş olarak görmeyi öğrenmektir. 

Bedenine Yabancılaşan Kadının Doğal Benliğini Yeniden Kucaklayışı

Psikanalist yazar Clarissa Pinkola Estés de Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında tam da bu konuyu, kadınların bedenlerine yabancılaşmasını ve toplumsal baskılar nedeniyle bedenlerini olumsuz algılamalarını ele alır. Estés, bu durumu "doğal benlikten kopma" ve "yabanıl kadının bastırılması" bağlamında işler. Kadınların bedenlerini değiştirmeye yönelik çabalarının, sadece fiziksel değil, ruhsal ve psikolojik düzeyde de ne kadar yıkıcı olabileceğini vurgular. Estés'in kitabından şu önemli pasaj, bu durumu açıklar niteliktedir:

“Kadınlar bedenleriyle barışık olmadıklarında, bu sadece fiziksel bir huzursuzluk yaratmakla kalmaz, aynı zamanda ruhsal düzeyde de bir kopukluk oluşturur. Kadınlar, kendilerine dayatılan ‘kusursuzluk’ standartlarına uyum sağlamak için bedenlerini küçültmeye, şekillendirmeye ya da değiştirmeye çalıştıkça, kendi yabanıl doğalarından daha da uzaklaşırlar. Oysa bir kadın, bedenini olduğu gibi sevip ona değer verdiğinde, içsel gücünü yeniden kazanır ve ruhu yuvaya döner.”

Estés, kadınların kendilerini olduğu gibi kabul etmelerinin ve bedenlerini olduğu gibi sevmelerinin, hem içsel güçlerini yeniden kazanmalarına hem de ruhsal dengeyi bulmalarına olanak sağladığını söyler. Bedenin bir yuvaya dönüşmesiyse, ancak kadının kendini bir bütün olarak kabul etmesiyle mümkündür.

Bedenle bağ kurmak, yalnızca fiziksel bir farkındalığı değil, aynı zamanda duygusal ve ruhsal bir bütünleşmeyi de gerektirir. Nitekim terapötik bir yaklaşım olan Bodynamics de bedeni yalnızca fiziksel bir varlık olarak görmez; onu duygularımızın, düşüncelerimizin ve yaşanmışlıklarımızın taşıyıcısı olarak ele alır. Bu doğrultuda bedeni özgürleştirmenin, aslında kendimizi özgürleştirmenin bir yolu olduğu söylenebilir. Sıkışmış duyguları serbest bırakarak kendini yeniden keşfetmek, bu sürecin temel taşlarını oluşturur. Bu sayede kadın yalnızca bedeniyle değil, aynı zamanda ruhuyla da derin bir bağ kurma şansı bulur ve varoluşunu tam anlamıyla kucaklayarak, yaşamla daha bütünsel bir ilişki kurabilir.

Geçmişten Günümüze Kadınların Aidiyet Alanı: Dans

“Dans, ruhun gizli dilidir” der Martha Graham.

Bize bedenimizle bağ kurma fırsatı sunan bir diğer eylem, dans etmektir. Nitekim kökleri oldukça geriye dayanan dans, tarih boyunca yalnızca bir sanat dalı değil, aynı zamanda bir ifade, regülasyon ve özgürleşme biçimi de olmuştur. Beden, duygu ve düşünce bütünlüğünün beslenmesi ile bedende sıkışmış duyguların özgür bırakılması noktasında dans terapileri, günümüzde de sıklıkla kullanılır.

Bedeni yuvamız olarak benimseyip onunla uyum içinde hareket etmek, bizim de köklerimize dönmemizi sağlayacak güçlü bir yöntem olabilir. Bu süreçte kendimize şu soruları sorabiliriz: Karnımda, omuzlarımda, bacaklarımda ne hissediyorum? Soğuk mu sıcak mı, neye benzer? Bir renk olsa ne olur? Bedenimi dinlediğimde hangi duyguları duyumsuyorum? Öfke, kaygı, hüzün… ya da neşe? Bu duygular bedenimde hangi figürlerde ve ritimlerde kendini ifade ediyor?

Dans etmek, kadınların özünden gelen doğal bir ifade biçimidir. Yüzyıllar boyunca atalarımız dans ederek hem bir iletişim dili geliştirmiş hem de başkalarıyla derin bağlar kurmuştur. Bu kadim miras, bugün hala bizimle ve değerini koruyor. Günümüzde dans ve hareket, bilimsel yöntemlerle ele alınarak çeşitli psikoterapi ve grup terapilerinde de sıklıkla kullanılıyor. Bu yöntemler, sorun çözme becerilerimizi ve duygusal berraklığımızı geliştiren güçlü araçlara dönüşüyor. Böylece, bireyin kendini keşfetme süreci daha anlamlı hale geliyor. Bedenimizi canlı hissettiren dans gibi aktif eylemler, içimizdeki asla solmayan o çocuk ruhunu ve dişil neşemizi özgürleştirir. Bu eylemler, yalnızca bedenimizle değil, ruhumuzla da derin bir bağ kurmamızı sağlar. Kısacası bu tür hareket temelli eylemlerin bize sağlayacağı birçok fayda bulunmaktadır.

Dans etmek, kadınların özünden gelen doğal bir ifade biçimidir. Yüzyıllar boyunca atalarımız, dans ederek hem bir iletişim dili geliştirmiş hem de başkalarıyla derin bağlar kurmuştur. Bu kadim miras, bugün hala bizimle ve değerini korumaktadır. Günümüzde dans ve hareket, bilimsel yöntemlerle ele alınarak çeşitli psikoterapi ve grup terapilerinde sıklıkla kullanılmaktadır. Bu yöntemler, duygusal berraklığımızı artırırken sorun çözme becerilerimizi geliştiren güçlü araçlara dönüşmektedir. Bedenimizi canlı hissettiren dans gibi eylemler, içimizdeki çocuk ruhunu ve dişil neşemizi özgürleştirirken, ruhumuzla da derin bir bağ kurmamıza olanak tanır. Kısacası, hareket temelli bu pratiklerin kendimizi keşfetme sürecinde büyük bir önemi vardır.

Küçük Adımlarla Bedene Yerleşmek

Yaşadığımız toplumda kendi iç dengemizi korumak, bastırılmış duygularımızı ve potansiyelimizi ortaya koyabilmek, derinlerde bir yargılanma korkusu taşıyorken müziğin ahengine kapılmak hiç kuşkusuz kolay değildir. Çoğumuz, bedenimizle kurduğumuz ilişkiye dışarıdan gelen yargılar ve içsel baskılarla zarar verirken, bu kaybolmuş bağları yeniden kurmak bir cesaret gerektirir. Yine de hayatın akışına ayak uydururken, aynı zamanda kendimize bu alanı açmak mümkündür. Gün içerisinde vereceğiniz küçük molalar, hafif müzik eşliğinde, olduğunuz yerde sakin hareketlerle, bedensel farkındalığınızı yeniden kazanmanız için bir fırsat olabilir. Bu sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir uyanışın da başlangıcını simgeleyebilir.

Her gün, kendinize açacağınız bu küçük alanda bedeninizi dinleyerek ve güvensiz hissettiğiniz alanları keşfederek, nasıl köklenebileceğinizi araştırabilirsiniz. Vücudunuzun hangi bölgeleri size uzak, hangi alanlarınız gergin? Bedeninizin sunduğu ipuçlarını takip etmek, kendinize dair yeni bir dil geliştirmek için önemli bir adımdır. Bu keşif yolculuğuna sevdiklerinizle birlikte çıkmak ise hem duygusal bağlarınızı güçlendirecek hem de birlikte geçirdiğiniz zamanı daha anlamlı kılmanızı sağlayacaktır. Üstelik bu süreç, sadece fiziksel sağlığınızı iyileştirmekle kalmaz, düşüncelerinizin ve duygularınızın da yeniden şekillenmesine olanak tanır.

Bir Son Not:

Clarissa P. Estés’in Kurtlarla Koşan Kadınlar adlı eseri, bedeni, ruhu ve tüm benliğiyle barış yaparak her türlü olumsuz algıyı yumuşatmayı ve kendini yeniden sevmeyi öğrenmek isteyen tüm kadınlar için bir rehber niteliğindedir. Yetişkin masallarından oluşan bu kitap, sadece kendinizi tanımak adına değil, yaşam alanınızı, potansiyelinizi ve yaratım gücünüzü korumak adına da sizi bilgelikle donatması bakımından başucu kitabınız olmaya adaydır.

Kendinize dair bu keşif dolu yolculukta, her adımda yuva hissini deneyimlemenizi ve yaşamın her anını daha derinden hissetmeniz dileğiyle.


Büşra Nur Bilir

Gazi Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü’nü bitirdi. Akabinde Aile Danışmanlığı üzerine yüksek lisansını tamamladı. Alanda online danışmanlık ve gönüllülük faaliyetlerini sürdürüyor. Çocukluğundan beri dansa, edebiyata ve renklere olan tutkusunu ileri seviyeye taşımak adına sanatla terapi eğitimlerine yöneldi. Farkındalık ve yaratım gücünü arttırmak için dansı ve yazmayı hayatının her alanına entegre ediyor. Sanatın ve estetik zevklerin hayatı daha yaşanabilir kılacağı inancıyla eğitim ve deneyimlerini harmanladığı felsefe, psikoloji, kültür-sanat yazılarıyla burada olacak.

Bütün Yazıları

0

              Terms & Conditions

              Mafoli supplies products listed on the Demati, and Demati websites, and in our stores under the following Terms and Conditions. Please read these Terms and Conditions, and our Privacy and Cookie Policies carefully before using any of our websites, or ordering from us.

              The Terms and Conditions apply to your use of any Demati website and to any products you purchase from them; regardless of how you access the website, including any technologies or devices where our website is available to you at home, on the move or in store

              We reserve the right to update these Terms and Conditions at any time, and any updates affecting you or your purchases will be notified to you, by us in writing (via email), and on this page.

              The headings in these Conditions are for convenience only and shall not affect their interpretation.

              We recommend that you print and keep a copy of these Terms and Conditions for your future reference...